26 Mayıs 2011 Perşembe

Alacakaranlık


Annesiyle birlikte Phoenix'te yaşayan Isabelle “Bella” Swan, annesinin başka bir adamla evlenmesi üzerine babasının yanına Washington'ın Fork kasabasına taşınır. Edward ise, küçük kasabasında yıllardan beri ailesiyle yaşayan bir vampirdir. Uzun süre vampir kimliklerini saklamış olan aile, insan kanı içmeden, insanlara zarar vermeden sakin bir hayat sürmektedirler.

Yeni başladığı okulunda tanıştığı Edward'a aşık olan Bella, bir süre sonra Edward'ın vampir olduğunu öğrenmesine rağmen ondan vazgeçemez. İkili arasında tehlikeli ve tutkulu bir ilişki başlar. Çok geçmeden ortaya çıkan Cullens Ailesi'nin düşmanları Edward'ın zayıf noktasına saldıracaktır, yani Bella'ya..

Vampir klişelerinden arındırılmış bir hikaye sunan Stephenie Meyer'ın dünya çapında çok satmış romanı Twilight serisinin ilk kitabından uyarlanan film, hayranları tarafından merakla bekleniyor. Filmin başarısına göre, serinin ikinci ve üçüncü kitapları New Moon ve Eclipse de beyazperdeye aktarılacak. Stephenie Meyer ise şu sıralar 4. Kitabı yazmakla meşgul.

YENİ AY(new moon)



                                                                                                                                                                                                                   
                                                                  YENİAY                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                      Cullen ailesi Bella'nın doğum günü için bir parti yaparlar. Ama Bella endişelidir çünkü: Edward hep genç kalacaktır. Peki ya Bella?    Partide işler çok fena karışır. Bir kaç gün sonra Edward Bella'dan kendisine bir şey yapmayacağında dair söz ister ve Bella'yı terk eder. Bella bu olayla çok dağılır. Ve sorunlardan kurtuluşu Jacob'da bulur. Jacob'la tehlikeli işlere kalkışırlar.
Her tehlikeli işte Bella Edward'ın sesini duyar ve mutlu olur. Bir gün tek başına ormanda gezerken bir vampir(Laurent)görür.
Bu vampir tam onu öldürmek üzereyken 7 tane kurt onu kurtarır ve vampiri öldürür. Bella bir kaç gündür Jacob'a ulaşamaz ve en sonunda
onun evine(La push)'a gider. Jacob'a ne olduğunu çok geçmeden anlar. Jacob bir kurt adama dönüşmüştür.
Ve onun hayatını kurtaran da Jacob'dur. Bella buna çok şaşırır. Bir gün Bella bir uçuruma gider. Atlamayı düşünür ve içinden Edward'ın seslerini duymaya başlar ama yinede her şeye rağmen uçurumdan atlar. Uyandığında yanında Jacob vardır.
Jacob da onun peşinden atlamıştır. Evine gidince evlerinde Cullen ailesinden birini(Alice)'i görür. Alice ve ailesi Bella'nın öldüğünü sanmaktadır.
Alice Bella'ya Edward'ın da bunu duyduğunu ve kurt adamların onu öldürmesi için ormana gittiğini söyler.
Bella ve Alice hemen uçağa atlar ve Edward'ı kurtarmak için ormana giderler.

Edward ile Bella yalnız kaldıklarında konuşmaya başlarlar Edward herşeyi onu korumak için yaptığını söyler. Ve aşkları yeniden canlanır.
Ama ortada bir kaç sorun vardır. 1.'si Cullen ailesi(James)bir vampir öldürmüşlerdir. Ve bu vampirin ölümsüz aşkı (Victoria) Bella'yı öldürmeye çalışmaktadır.                                                                    2.'si eğer Bella vampir olmazsa ölecektir. 3.'sü Bella'nın kurt adamlar ile vampirler arasında seçim yapması gerekmektedir. Ve bu seçimin kurt adamlar ile vampirler arasında yüz yıllardır süren mücadeleyi körükleyeceğinin de farkındaydı..


Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma

Beklenen film Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma (Twilight Saga: Eclipse) nihayet gösterime girdi! Benim gibi milyonlarca Twilight Saga hayranının beklediği filmde herkesin yorumu aynı: Diğer iki filmden daha iyi! Sebebi de filmde hem dövüş sahneleri ve aksiyonun bol olması hem de daha fazla romantizm. Bu film kaçmaz! Benden söylemesi :)
Yönetmen: David Slade
Senaryo: Stephenie Meyer, Melissa Rosenberg
Oyuncular: Kristen Stewart, Robert Pattinson
Taylor Lautner, Ashley Greene
Bryce Dallas Howard, Billy Burke
Peter Facinelli, Nikki Reed
Kellan Lutz, Jackson Rathbone
Anna Kendrick, Dakota Fanning
Tür: Fantastik – Komedi – Romantik
Görüntü Yönetmeni: Javier Aguirresarobe
Müzik: Howard Shore
Gösterim Tarihi: 30 Haziran 2010 Çarşamba
Ülke: ABD
Yıl: 2010
Süre: 121 dakika



Filmin Konusu: Tüm okul arkadaşları okullardan kabul mektupları alıp, mezuniyet duyurularını gönderirken, Bella da her zaman Edward’ın yanında olabileceği bir seçim yapmaya çalışmaktadır.  Fakat Edward’ın vereceği ödüne (onu vampire dönüştürecek kişi olmaya karar vermeden önce onunla evlenmek) ve bu seçimlerinin kendisine, ailesine ve arkadaşlarına karşı doğuracağı sonuçlara karşı da mücadele etmektedir.
Aynı esnada…bir savaş da baş göstermektedir. By playing with the blind spots in the Açıklanamaz bir güç, Cullen Ailesi’nin gizemli yeteneklerinin kör noktaları üzerine giderek bir Yenidoğmuş Ordu yaratır – vampir haline yeni getirilen; doğaüstü yaşamlarının ilk birkaç ayında güç seviyeleri, kontrol edilemez kan arzuları en üst seviyede olan vampirlere dönüşmüşlerdir. Bunlar Bella’nın ölümsüzlüğe geçerken, tek amacı intikam olan Victoria (Bryce Dallas Howard)’dan mı yoksa güç simgesi Volturi’den mi kaynaklanmıştır, belli değildir.

Piyon oalrak kullanılan Riley tarafından yönetilen Yenidoğmuş Ordu, Forks ve Quileute topraklarına doğru yola çıkarlar; Cullenlar ve Kurt Sürüsü içgüdüsel karmaşalarını bir yana bırakıp Bella’yı ve kendi kominitelerini daha büyük tehlikelerden korumak için bir araya gelmek zorundadırlar. Onlar büyük kavga için hazırlanırken, Bella da Quileute Kabilesi ve büyüyen Kurt Sürüsü’nün gizemli geçmişine ve Jasper ile Rosalie’nın geçmişine dair birçok bilgi edinir. Bu bilgiler kurtlar tarafından kurulan bağlara dair ona daha çok bilgi verirken, Jacob Black’e olan sevgisini anlaması ve onu sevenlerin onu korumasına izin vermesine de yol açacaktır.

şafak vakti

                                                                                                                                                                             Bir vampiri sevdiğinizde, seçim hakkınız kalmaz. Bunun sevdiğiniz kişiyi inciteceğini bile bile nasıl kaçar, nasıl savaşırdınız? Sevdiğinize verebileceğiniz tek şey hayatınızsa, nasıl vermemezlik ederdiniz? Ya onu gerçekten seviyorsanız? Vazgeçilmez bir şekilde bir vampire âşık olmak, Bella Swan için, bir fantezi ve kâbusun gerçeğe karışmasıdır. Edward Cullen’a duyduğu yoğun tutkuyla bir tarafa, kurt adam Jacob Black ile arasındaki derin bağ ile öbür tarafa çekilmiş bir halde, nihai dönüm noktasına ulaşmak için kayıplar ve mücadele dolu çalkantılı bir yıl geçirmiştir. Artık kaçınılmaz bir seçimle karşı karşıyadır; ya ölümsüzlerin karanlık ama çekici dünyasına katılacak, ya da iki kabilenin arasında insan olarak hayatına devam edecektir..                                                                                                                                                                                Bella ve Edward evlenirler ama balayları Bellanın hamile olduğunu farketmesiyle yarıda kesilir.Bellanın hamileliği hızlı ilerlemektedir ve bu da onu gücsüz yapmaktadır. Bella nın hayatını kurtarmak için Edward ın fetüsün çıkarılması gerektiği ile ilgili ısrarına rağmen Bella gittikçe daha da çok sevdiği bebeğini yerinde tutmaya kararlıdır.
Sonra , Bella kızları Renesmee'yi dünyaya getirip ölmek üzereyken Edward ona zehrini enjekte edip vampire dönüstürür. İsmi Irına olan bir vampir Renesmee'yi görür ve onun 'ölümsüz cocuk' olması hakkındaki yanlısları ve vampir kurallarını ihlal eden yasamını görür onu Volturi'ye haber verir.Cullen'lar cocuğun ölümsüz cocuklardan olmadığını doğrulamak icin tanıklar toplarlar. Ve Volturi'yi Renesmee'nin Vampirlere ve onların sırlarına karsı tehlike olusmayacağına dair onları ikna ederler ama huzurları kacmıstır.:(:(:(...

Geceyarısı Güneşi


Denediğim hald, yine de… biliyordum.
Rosalie'nin aklında, her zamanki gibi, kendisi vardı.    Birilerinin bardaklarında profilinin görüntüsünü yakalamıştı ve mükemmelliği üzerine düşünüyordu. Rosalie'nin zihni birkaç sürprizi olan sığ bir göletti.
Emmett dün gece Jasper'a karşı kaybettiği güreş maçı yüzünden köpürüyordu. Rövanş ayarlamak için okulun bitimini getirmek, sınırlı olan bütün sabrını alacaktı. Emmett'in düşüncelerini dinlerken kendimi hiçbir zaman davetsiz misafir gibi hissetmezdim, çünkü asla sesli söylemeyeceği ya da eyleme geçirmeyeceği bir şey düşünmezdi. Belki diğerlerinin aklını okumaktan suçluluk duyuyordum, çünkü orada benim bilmemi istemeyecekleri şeyler olduğunu biliyordum. Eğer Rosalie'nin zihni sığ bir göletse, Emmett'inki de cam berraklığında, karartısız bir göldü.
Ve Jasper… acı çekiyordu. Bir iç çekişi bastırdım.
Edward. Alice kafasının içinde ismimi söyledi ve dikkatimi anında çekti.
İsmimin sesli söylenmesiyle aynı şeydi. Adımın modasının son zamanlarda geçmiş olmasından memnundum – sinir bozucu oluyordu; herhangi bir zaman, herhangi biri, herhangi bir Edward'ı düşündüğünde, kafam istemsizce dönüyordu…
Şimdi kafam dönmemişti. Alice ve ben bu gizli konuşmalarda iyiydik. Birinin bizi çok ender yakalayabiliyordu. Gözlerimi alçının çizgilerinde tuttum.
Nasıl direniyor? diye sordu bana.
Somurttum, ağzımın sabit şeklinde sadece ufak bir değişiklik oldu. Diğerlerini uyaracak hiçbir şey yoktu. Sıkıntıdan somurtuyor olabilirdim.
Alice'in iç sesi şimdi panikteydi ve zihninde çevresel görüşüyle Jasper'ı izlediğini gördüm. Bir tehlike var mı? Yakın geleceği taradı, surat asmamın altındaki sebebi bulmak için tekdüze görüntüleri gözden geçirdi.
Başımı sanki duvarın tuğlalarına bakıyormuş gibi yavaşça sola çevirip iç çektim, sonra sağa, tavandaki çatlaklara bakmaya geri döndüm. Sadece Alice kafamı salladığımı biliyordu.
Rahatladı. Eğer kötüye giderse bana haber ver.
Sadece gözlerimi hareket ettirdim, önce tavana sonra tekrar aşağıya.
Bunu yaptığın için teşekkürler.
Sesli cevap veremediğim için hoşnuttum. Ne söylerdim ki? ‘Benim için bir zevk?' Hiç değildi. Jasper'ın mücadelelerini dinlemekten keyif almıyordum. Böyle denemek gerçekten gerekli miydi?

Onun belki de sussuzlukla hiçbir zaman kalanımız gibi mücadele edemeyeceğini itiraf etmek, sınırları zorlamamak daha güvenli olmaz mıydı? Niye tehlikeyle flört etmeliydi?
Son avlanma seyahatimizin üzerinden iki hafta geçmişti. Bu kalanımız için çok uzun bir zaman değildi. Bazen biraz rahatsız – eğer bir insan çok yakından yürürse, eğer rüzgar yanlış yönden eserse… ama insanlar bize çok ender yakın yürüyorlardı. İçgüdüleri onlara bilinçlerinin asla anlayamadığı şeyi söylüyordu: biz tehlikeliydik.
Jasper şu anda çok tehlikeliydi.
O anda, küçük bir kız bir arkadaşıyla konuşmak bizimkine en yakın masanın sonunda durdu. Sarımsı kızıl, kısa saçlarını, parmaklarını içinden geçirerek salladı. Isıtıcı, kokusunu bizim yönümüze doğru üfledi. Bu kokunun bana hissettirdiklerine alışıktım – boğazımda susatıcı bir ağrı, midemdeki boş arzu, kaslarımın istemsizce kasılması, ağzımdaki zehrin aşırı akışı…
Bunların hepsi oldukça normaldi, genellikle görmezden gelinmesi kolaydı. Sadece şimdi daha zordu, Jasper'ın tepkisini izlerken hisler daha güçlü, iki misliydi. Sadece benimki yerine çifte susuzluk.
Jasper hayal gücünün kendisinden kurtulmasına izin verdi. Kafasında resmediyordu – kendini Alice'in yanındaki yerinden kalkıp küçük kızın yanına giderken canlandırıyordu. Kulağına fısıldıyormuş gibi eğilip dudaklarını kızın boğazına değdirmeyi düşünüyordu. İnce teninin altındaki nabzının sıcak atışının ağzının altında nasıl hissedeceğini düşlüyordu…
Sandalyesini tekmeledim.
Bir dakikalığına bakışımla buluştu ve sonra aşağı baktı. Kafasının içindeki utanç ve isyan savaşını duyabiliyordum.
"Özür dilerim." diye mırıldandı.
Omuzlarımı silktim.
"Hiçbir şey yapmayacaktın." dedi Alice üzüntüsünü yatıştırmak için. "Bunu görebiliyordum."
Yalanını ele vermemek için suratımı ekşitmemeye uğraştım. Birbirimize destek olmalıydık, Alice ve ben. Sesler duymak ya da gelecekten görüntüler görmek kolay değildi. Zaten ucube olanların arasında ikimiz de ucubeydik. Birbirimizin sırlarını korurduk.
"Eğer onları insan olarak düşünürsen biraz yardımcı oluyor." diye önerdi Alice, yüksek, müzikal sesi eğer yeterince yakında olan varsa, insanların duyması için çok hızlıydı. "Adı Whitney. Delice sevdiği bir kardeşi var. Annesi Esme'yi o bahçe partisine davet etmişti, hatırladın mı?"
"Onun kim olduğunu biliyorum." dedi Jasper tersçe. Uzun odanın etrafındaki saçakların altında yer alan pencerelerin birinden bakmak için döndü.
Bu gece avlanmak zorunda kalacaktı. Böyle riskler alarak, gücünü test etmeye, direncini artırmaya çalışmak saçmaydı. Jasper sınırlarını kabul etmeli ve onlara göre davranmalıydı. Eski alışkanlıkları, seçilmiş yaşam şeklimize yardımcı olmuyordu; kendini böyle zorlamamalıydı.
Alice sessizce iç çekti ve yemek tepisini alıp, kalkarak onu yalnız bıraktı. Jasper'ın ne zaman yeterli desteği aldığını bilirdi. Rosalie ve Emmett ilişkileriyle daha göze batsalar da, birbirlerinin ruh hallerini kendilerininki kadar iyi bilenler Alice ve Jasper'dı. Sanki onlar da akıl okuyabiliyorlarmış gibi – sadece birbirlerininkini.
Edward Cullen.
Refleks olarak, adımın çağrıldığı sese doğru döndüm; ama seslenilmemişti sadece bir düşünceydi.
Gözlerim saniyenin küçük bir kısmında kalp şekilli soluk renkli bir yüzdeki bir çift büyük, çikolata renkli göze kilitlendi. Şimdiye kadar kendim görmüş olmasam da, yüzü tanıyordum. Bugün buradaki her insanın aklında en ön plandaydı. Yeni öğrenci, Isabella Swan. Buraya yeni bir gözetim durumuyla yaşamak için gelmiş, kasaba polis şefinin kızı. Bella. Tam ismini söyleyen herkesi düzeltmişti…
Sıkılıp başka yere baktım. Onun, ismimi düşünen kişi olmadığını anlamam bir saniye sürmüştü.
İlk düşüncenin Tabii ki, şimdiden Cullen'lara çarpılıyor, diye devam ettiğini duydum.
Şimdi ‘sesi' tanımıştım. Jessica Stanley – iç gevezelikleriyle beni rahatsız edeli bir süre geçmişti. Yanlış kişiye olan hayranlığını sonunda atlatmış olması büyük rahatlıktı. Daimi, gülünç hayallerinden kaçmak neredeyse imkansız oluyordu. O zamanlar, eğer dudaklarım ve arkalarındaki dişlerim onun yakınlarına gelirse tam olarak ne olacağını ona açıklayabilmeyi dilemiştim. Bu, o rahatsız edici fantezilerini sustururdu. Tepkisinin düşüncesi beni neredeyse gülümsetti.

Gerçekten güzel bile değil, diye devam etti Jessica. . Niye Eric'in ona bu kadar çok baktığını bilmiyorum… ya da Mike'ın.
Son isimde irkildi. Yeni platoniği, popüler Mike Newton ona tamamen kayıtsızdı. Belli ki, yeni kıza o kadar kayıtsız değildi. Yine parlak cisimle çocuk gibi. Kıza ailemle ilgili bilgi verirken dışarıdan samimi görünüyordu. Yeni öğrenci mutlaka bizi sormuş olmalıydı.
Bugün herkes bana da bakıyor, diye düşündü Jessica kendini beğenmiş şekilde. Bella'nın benimle iki dersi olması büyük şans… Bahse girerim ki Mike bana-
Dar kafalılığı ve abesliği beni delirtmeden önce bu anlamsız gevezeliği kafamdan atmaya çalıştım.
"Jessica Stanley yeni Swan kızına Cullen klanının bütün kirli çamaşırlarını anlatıyor." diye mırıldandım Emmett'a dikkatimi dağıtmak için.
Alçak sesle kıkırdadı. Umarım iyi anlatıyordur, diye düşündü.
"Hiç yaratıcı değil aslında. Sadece ufak skandal dokundurmaları, korku hikayesi değil. Biraz hayal kırıklığına uğradım."
Ve yeni kız? O da dedikodudan hayal kırıklığına uğramış mı?
Yeni kızın, Bella'nın Jessica'nın hikayesi üzerine ne düşündüğünü duymak için dinledim. Herkesçe görmezden gelinen garip, kireç tenli aileye baktığında ne görmüştü.
Tepkisini bilmek benim bir nevi sorumluluğumdu. Ailem için bir gözcüydüm, bizi korumak için. Eğer birileri şüphelenmeye başlarsa, erken bir uyarı ve kolay geri çekilme şansı verebiliyordum. Bu sık sık oluyordu – aktif hayal gücüne sahip bazı insanlar bizi bir kitap ya da film karakteri olarak görüyorlardı. Genellikle yanlış sonuca varıyorlardı; ama riske girmektense başka bir yere taşınmak daha iyiydi. Çok çok ender, birileri doğru tahmin ediyordu. Onlara hipotezlerini test etme şansı vermiyorduk. Korkutucu bir anıdan başka bir şey olmamak için sadece kayboluyorduk…
Jessica'nın anlamsız iç monologunun devam ettiği yerin yakınını dinlememe rağmen hiçbir şey duymadım. Sanki orada kimse oturmuyor gibiydi. Ne tuhaf. Kız gitmiş miydi? Jessica ona hala gevezelik ettiğine göre, bu pek mümkün değildi. Dengesiz hissederek kontrol etmek için baktım. Ekstra ‘duyu'mun bana ne söyleyebileceğini kontrol etmek için – bu daha önce yapmak zorunda kaldığım bir şey değildi.
Bakışım yine aynı, büyük ve kahverengi gözlere kilitlendi. Daha önce oturduğu yerde oturuyor ve Jessica ona hala Cullen'larla ilgili yerel dedikoduları anlattığı için, doğal olarak, bize bakıyordu.
Bizi düşünmek de doğal olurdu.
Ama bir fısıltı bile duyamadım.
Bir yabancıya bakarken yakalanmanın utancından kaçmak için aşağıya bakarken, davet edici sıcak bir kırmızı, yanaklarını renklendirdi. Jasper'ın hala pencereden dışarı bakıyor olması iyiydi. Bu serbest kanın, onun kontrolüne ne yapacağını hayal etmek istemiyordum.
Duyguları yüzünde sanki alnında yazılmış gibi açıktı: kendi türü ve benim türüm arasındaki hemen göze çarpmayan farkları bilmeden algıladığında şaşkınlık, Jessica'nın hikayesini dinlediğinde merak ve başka bir şey daha… büyülenme? Bu ilk olmazdı. Avlarımıza göre güzeldik. Ve son olarak, onu bana bakarken yakaladığımda utanç.
Yine de, düşünceleri garip gözlerinde –garip, çünkü çok derinlerdi; kahverengi gözler genelde koyuluklarıyla düz görünürlerdi- çok açık olsa da, oturduğu yerde sessizlikten başka hiçbir şey duyamıyordum. Hiçbir şey.
Bir an huzursuz hissettim.
Bu daha önce karşılaştığım bir şey değildi. Bende bir sorun mu vardı? Her zaman hissettiğim gibi hissediyordum. Endişelenerek daha güçlü dinledim.
…ne tür müzik seviyor acaba… belki ona şu yeni CD'den bahsedebilirim… diye düşünüyordu iki masa ötedeki Mike Newton – Bella Swan'a gözlerini dikerek.
Onu izleyişine bak. Okuldaki kızların yarısının onu beklemesi yetmiyor mu… Eric Yorkie, kızın da etrafında dönen hararetli düşünceler içindeydi.
…çok iğrenç. Ünlü falan olduğunu sanırsın… Edward Cullen bile ona bakıyor…Lauren Mallory o kadar kıskançlık içindeydi ki, yüzü koyu yeşil olmalıydı. Ve Jessica yeni en iyi arkadaşıyla hava atıyor. Ne şaka…Asit gibi sözler kızın düşüncelerinde dönmeye devam etti.

…Bahse girerim ki herkes ona bunu sormuştur; ama onunla konuşmak isterim. Daha özgün bir soru düşüneyim… düşünceleri içindeydi Ashley Dowling.
…belki İspanyolca sınıfımdadır… diye ümitlendi June Richardson.
…bu akşam yapacak bir sürü şey var! Trigonometri ve İngilizce sınavı. Umarım annem… Düşünceleri alışılmadık şekilde iyi, sessiz bir kız olan Angela Weber, masada bu Bella'yı takıntı haline getirmemiş tek kişiydi.
Hepsini duyabiliyordum, düşündükleri her önemsiz şeyi akıllarından geçtiği sırada duyabiliyordum; ama aldatıcı şekilde açık görünen gözlere sahip kızdan hiçbir şey yoktu.
Ve tabii ki, kızın Jessica'yla konuşurken ne söylediğini duyabiliyordum. Alçak, duru sesini odanın uzak tarafından duyabilmek için akıl okumam gerekmiyordu.
"Kırmızı-kahverengi saçlı çocuk hangisi?" diye sorduğunu duydum, bana gözünün kenarından gizlice bakıp, hala onu izlediğimi gördüğünde gözlerini kaçırarak.
Eğer sesini duymanın ulaşamadığım bir yerde kaybolmuş düşüncelerinin tonunu saptamama yardım edeceğini ummak için vaktim olsaydı, anında hayal kırıklığına uğrayacaktım. Genellikle, insanların düşünceleri fiziksel sesleriyle yakın perdede olurdu; ama bu sessiz, utangaç ses yabancıydı, odanın içideki yüzlerce düşünceden biri değildi, bundan emindim. Tamamen yeniydi.
Ah, i yi şanslar geri zekalı! diye düşündü Jessica, kızın sorusunu cevaplamadan önce. "O Edward. Harika tabii ki; ama zamanını harcama. Kimseyle çıkmaz. Belli ki buradaki kızların hiçbiri onun için yeterince güzel değil." Burnunu kıvırdı.
Gülüşümü saklamak için kafamı çevirdim. Jessica ve sınıf arkadaşlarının, hiçbiri bana özellikle çekici gelmediği için ne kadar şanslı olduklarından haberleri yoktu.
Geçici neşenin altında, tam olarak anlayamadığım garip bir dürtü hissettim. Kızın farkında olmadığı, Jessica'nın düşüncelerindeki fenalıkla bir ilgisi vardı… Garip şekilde onların arasında girip, bu Bella Swan'ı Jessica'nın aklının karanlık işleyişinden koruma isteği hissettim. Ne kadar sıradışı bir duygu. Bu dürtünün altındaki sebepleri ortaya çıkarmaya çalışarak yeni kızı bir kere daha inceledim.
Muhtemelen sadece uzun zaman önce gömülmüş zayıfı güçlüye karşı koruma içgüdüsüydü. Kız sınıf arkadaşlarından daha kırılgan görünüyordu. Teni öyle şeffaftı ki, dış dünyadan onu koruduğuna inanmak güçtü. Soluk, berrak zarın altındaki damarlarında kanın ritmik akışını görebiliyordum… ama buna odaklanmamalıydım. Seçtiğim bu hayatta iyiydim; ama Jasper kadar susamıştım ve bir ayartmayı davet etmenin anlamı yoktu.
Kaşlarının arasında, farkında olmadığı görünen hafif bir kıvrım vardı.
Bu inanılmaz derecede sinir bozucuydu! Orada oturmanın, yabancılarla konuşmanın, ilgi odağı olmanın onun için bir gerilim olduğunu net bir şekilde görebiliyordum. Utangaçlığını, narin görünümlü omuzlarını tutuşundan –sanki her an bir saldırı bekliyormuş gibi hafifçe kambur- hissedebiliyordum. Ve yine de sadece hissedebiliyor, görebiliyor, hayal edebiliyordum. Bu sıradan insan kızdan sessizlikten başka bir şey gelmiyordu. Hiçbir şey duyamıyordum. Niye?
"Kalkalım mı?" diye mırıldandı Rosalie, konsantrasyonumu bozarak.
Bir rahatlık hissiyle kızdan uzağa baktım. Başarısız olmaya devam etmek istemiyordum, bu beni rahatsız ediyordu. Ayrıca saklanmış düşüncelerine sadece benden gizli oldukları için ilgi duymaya başlamak istemiyordum. Şüphesiz, düşüncelerine ulaştığımda –ve bunu yapmak için bir yol bulacaktım- bütün insan düşünceleri gibi boş ve değersiz olacaklardı. Onlara ulaşmak için harcadığım çabaya değmeyeceklerdi.
"Ee, yeni kız henüz birden korkuyor mu?" diye sordu Emmett, hala önceki sorusuna cevabımı bekleyerek.
Omuz silktim. Daha çok bilgi için bastıracak kadar ilgili değildi. Ben de olmamalıydım.
Masadan kalktık ve kafeteryadan dışarı çıktık.
Emmett, Rosalie ve Jasper son sınıf rolü yapıyorlardı; dersleri için ayrıldılar. Ben onlardan daha genç bir rol oynuyordum. Birinci sınıf düzeyindeki Biyoloji sınıfıma doğru ilerledim ve zihnimi sıkıntıya hazırladım. Ortalama bir zekadan fazlasına sahip olmayan Bay Banner'ın, dersine tıpta iki dereceye sahip birini şaşırtacak bir şey ekleyebileceğinden emindim.
Sınıfta sırama yerleştim ve kitaplarımı –rol malzemeleri; içlerinde bilmediğim hiçbir şey yoktu-masaya saçtım. Kendine ait bir masası olan tek öğrenci bendim. İnsanlar benden kaçmaları gerektiğini bilecek kadar zeki değildi; ama hayatta kalma içgüdüleri uzakta durmaları için yeterliydi.
Oda, öğrenciler yemekten döndükçe yavaşça doldu. Arkama yaslandım ve zamanın geçmesini bekledim. Tekrar, uyuyabilmeyi diledim.
Angela Weber yeni kızla beraber kapıdan içeri girdiğinde, onu düşündüğüm için ismi dikkatimi çekti.
Bella benim kadar utangaç görünüyor. Bugünün onun için zor olduğuna bahse girerim. Keşke bir şey söyleyebilseydim… ama muhtemelen sadece kulağa aptal gelir…
Evet! diye düşündü Mike Newton ve kızın girişini izlemek için sırasında döndü.
Hala, Bella Swan'ın durduğu yerden hiçbir şey yoktu. Düşüncelerinin olması gereken boşluk beni sinirlendirip cesaretimi kırmıştı.
Öğretmen kürsüsüne gidebilmek için yanımdaki yoldan geçerken yaklaştı. Zavallı kız; tek boş sıra yanımdaki sıraydı. Otomatik olarak onun tarafındaki kitaplarımı bir yığın haline getirdim. Burada rahat hissedeceğinden şüpheliydim. Uzun bir dönem için buradaydı – bu sınıfta en azından. Belki, yanında otururken sırlarını ortaya çıkarabilirdim… daha önce bu kadar yakınlığa ihtiyacım olduğundan değil… dinlemeye değecek bir şey bulacağımdan değil…
Bella Swan havalandırmadan bana doğru gelen sıcak havanın içine yürüdü.
Kokusu bana harap edici bir mermi, dövücü bir mancınık gibi çarptı. O zaman bana ne olduğunu açıklayacak yeterince vahşi bir simge yoktu.
O anda, bir zamanlar olduğum insana hiçbir şekilde yakın değildim; kendimi gerisinde tuttuğum insanlık maskesinin parçalarından eser yoktu.
Ben bir avcıydım. O benim avımdı. Dünyada bu gerçekten başka hiçbir şey yoktu.
Görgü tanıklarıyla dolu bir oda yoktu – onlar çoktan kafamdaki paralel hasardılar. Düşüncelerinin gizemi unutulmuştu. Bir anlam ifade etmiyorlardı, çünkü onları düşünmeye uzun süre devam edemeyecekti.
Ben bir vampirdim ve o ************en yıldır kokladığım en tatlı kana sahipti.
Böyle bir kokunun var olabileceğini hiç hayal etmemiştim. Eğer bilseydim, onu yıllar önce aramaya çıkardım. Onun için bütün gezegeni tarardım. Tadını hayal edebiliyordum…
Susuzluk boğazımı bir ateş gibi yaktı. Ağzım kurumuş ve kızarmıştı. Taze zehir akıntısı bu hissi gideremedi. Midem susuzluğun bir yankısı olan açlıkla büküldü. Kaslarım sıçramak üzere gerildi.
Tam bir saniye geçmemişti. Hala onu rüzgar yönüne getiren adımı atıyordu.
Ayağı yere değdiğinde gözleri bana kaydı, gizlice bakmak istediği belliydi. Gözleri bakışımla buluştu ve gözlerinin büyük aynasında kendimi gördüm.
Orada gördüğüm yüzün şoku, hayatını birkaç sıkıntılı an kadar uzattı.
Bunu kolaylaştırmadı. Yüzümdeki ifadeyi gördüğünde, kan yine yanaklarına hücum edip, tenini gördüğüm en nefis renge çevirdi. Koku, beynimde yoğun bir sisti. İçinden zorlukla düşünebiliyordum. Düşüncelerim köpürmüştü, kontrole direniyorlardı, tutarsızlardı.
Kaçması gerektiğini anlamış gibi, şimdi daha hızlı yürüyordu. Acelesi onu sakarlaştırmıştı – ayağı takıldı ve sendeledi, neredeyse önümde oturan kızın üzerine düşüyordu. Savunmasız, zayıf. Bir insana göre normal olandan bile daha fazla.
Gözlerinde gördüğüm yüze odaklanmaya çalıştım, tiksinerek hatırladığım yüze, içimdeki canavarın yüzüne – yıllarca çaba gösterip ve katı disiplinle yendiğim yüze. Şimdi ne kadar da kolayca yüzeye sıçramıştı...

Edward Cullen

                     Edward Cullen


Edward Anthony Masen ismiyle dünyaya gelen Edward, aslında 1901 doğumlu. Chicago’da yaşanan İspanyol gribi (bilinen adıyla kuş gribi) salgınında ölmekte olan Edward’ın hayatını Dr. Carlisle Cullen kurtarıyor. Edward’ı ölen annesinin vasiyeti üzerine hayata döndürüyor ve evlat ediniyor. Edward, fiziksel olarak 17 yaşa hapsolmuş durumda. Bella’yı görür görmez aklı başından giden Edward, ondan ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın, başarısız oluyor. Soğuk ve gizemli görünümüne karşı tam bir romantik. Post modern dönemlerin yeni Romeo’su. Filmde Edward’ı -herkesin bildiği gibi- Robert Pattinson canlandırıyor.

Bella Cullen

                       Bella Swan


Asıl ismi Isabella Marie Swan olan Bella. Anlatıcı konumundaki ana karakter. En önemli özelliği zekası, hassaslığı ve elbette sakarlığı. Ayrıntıların çok iyi farkına varan bir yönü var. O, bu romantik vampir öyküsünün Juliet’i. Romanda ve filmde gerçekleşen olayları genellikle onun gözünden izliyoruz. Annesinin yeni erkek arkadaşı ile yolculuğa çıkması üzerine, daha önce samimi bir ilişki kurmadığı babasının yanına taşınmak zorunda kalan Bella, yeni bir lise ortamına giriyor. Phoenix’ten sonra Forks’ta yaşamaya başlayan Bella, liseye başladığında karşısında kendisinden hoşlanan gençleri buluyor. Farklı olanın peşindeki Bella’nın ise gözü okulun eksantrik ailesinin gözde bekarı Edward Cullen’a takılıyor. Elbette Bella’nın, Edward’ın sakladığı sırrı keşfetmesi uzun sürmüyor. Ve böylece genç kuşağın aşk idollerinden biri hayat buluyor.Bella’yı filmde Kristen Stewart canlandırıyor..))